Bizden Haberler< Geri dönün

13.10.2013

Anne Piyano Dersi İstemiyorum

Hatırlarım, ilkokuldayken okuldan eve her dönüşümde yemek masasının çevresinde annemle bir koşuşturma yaşardık. Beni hiç yakalayamazdı, o yüzden yakalasaydı ne olurdu sorusunun yanıtını hiçbir zaman öğrenemedim. Bu koşuşturmanın tek nedeni benim iflah olmaz çocuk parkı sevdamdı.

Okuldan eve giden yolun üzerinde her biri tahtadan yapılmış, korunaksız, zincirle bağlı tahta parçasından oluşan dört salıncak, yine tahtadan yapılmış bir tahterevalli ve bir kaydıraktan oluşan bildiğiniz basit bir parktı bu ama, bir çocuğun hayal gücüyle orada neler yaşanabileceği ve bunun sonucunda zamanı nasıl unutabileceğini annem hiçbir zaman anlayamamıştı. Eve geç kaldığım için kaygılandığını anlayabiliyordum ancak nedeni ders çalışacak zamanımın azalmış olması mıydı yoksa başıma bir şey geldiği düşüncesi miydi, bunu da hiç bilemedim. Bildiğim tek şey çamurlara batsam da, her gün dizlerimi yaralasam da, misketlerimi kaybetsem de mutlu bir çocuktum.

20 Kasım “ Dünya Çocuk Hakları” günüydü ama böylesi günlerin sadece “mağdur” çocuklar için olduğu ve bizim çocuklarımızın onların yanında “şanslı çocuklar” olarak nitelendirilebilecekleri inancıyla, çoğumuz pek de dikkat etmedik o güne; hem de, her gün sayısı fazlalaşan yüksek binalarla, kaldırımlara park edilen arabalarla, yarattığımız güvensiz alanlarla, okula gidip gelirken yoğun trafikte onlardan çaldığımız saatlerle ve belki de en önemlisi onlar için uygun bulduğumuz sayısız okul sonrası etkinlikle, en büyük hakları olan “oyun oynama” haklarını ellerinden aldığımız halde.

Okuluna gidip, ödevlerini yapıp, arda kalan zamanda da sokağa çıkıp arkadaşlarıyla oynamak birçok günümüz çocuğu için bir masal artık. Her gün daha fazla çocuk daha fazla okul sonrası etkinlikler içinde buluyor kendini. Geçenlerde bir psikoloji dergisinde (Psychology Today) okumuştum. Sürekli yorgunluktan şikayet ettiği halde, uyuma sorunu çeken 9 yaşında bir çocuk üzerinde yapılan tıbbi testler, fiziksel bir sorunun olmadığını gösterdiğinden anneye bir psikologla konuşması önerilmiş. Bu minik yavrumuz okul takımında oynamanın yanı sıra üç farklı dalda spor etkinliklerine devam ediyor, izcilik çalışmalarına katılıyor, haftada iki defa da piyano dersi alıyor. Bu bulguları açıklayıcı başka bir şey olmadığından, yoğun etkinlik programının sıkıntı yaratabileceği psikolog tarafından söylendiğinde, şaşkınlık içindeki annemizin tepkisi “ Daha neler! Oğlumda stres falan yok. Gittiği tüm etkinliklere çok severek katılıyor.” şeklinde oluyor. Annemiz, kendisinin yapamadıklarını her şeye rağmen oğluna yaptırarak onun çok iyi bir çocukluk geçirmesini sağladığına yürekten inanıyor.

Oysa bu çocuğumuz ve her gün bir etkinlikten diğerine sürüklediğimiz çocuklarımız bu şekilde gerçekten iyi bir çocukluk geçiyorlar mı? Bir çocuğa “ sokakta arkadaşlarında top oynamak mı daha eğlenceli, yoksa gittiğin basketbol kursunda oynamak mı” diye sorulduğunda alacağımız yanıtın bizi şaşırtabileceği inancındayım hala. Çocukların yüklü bir program içine sokulmasının yaygın bir olgu olduğunu vurgulayan Çocuk psikiyatrı ve “Fazla Yüklenmiş Çocuk: Hiper-Ebeveynlik Tuzağından Sakınma” nın yazarı Alvin Rosenfeld ; “anne-babalar, eğer çocuklarını bir dolu etkinliğe göndermezlerse, iyi birer ebeveyn olmadıkları, çocuklarını ihmal ettikleri hissine kapılıyorlar. Çocuklarsa başarmak ve rekabet etmek uğruna sürekli baskı altında kalıyorlar” diyor.

Bir gün okulda, etkinlik dersi sırasında seperatör arkasına saklanmış üç minik 1. Sınıf öğrencisini yakalamıştım. Üçü de yerde top olmuş, fısır fısır konuşup, kıkırdıyorlardı. Belli ki çok eğleniyorlardı. “Ne yapıyorsunuz?” diye sorduğumda irkilerek verdikleri yanıt, gülünç olduğu kadar düşündürücüydü: “Etkinlikten saklanıyoruz!” Etkinlikleri piyanoydu. “ İyi ama siz seçmediniz mi etkinliğinizi?” sorusuna üçünün heyecanla, koro halinde verdikleri yanıt ise “annem seçtiiiii” olmuştu.

Oğlumu her gün bir başka etkinliğe götürmek için tüm olanaklarımı zorlarken, tek amacım- belki de bahanem- spor ve sanatla tanışsın istememdi. Su topu, kule atlama, optimist… Piyano dersinden sıkıldığını söyleme cesaretini gösterdiğinin ertesi günü ise ona bir gitar almıştım. Hemen bir eğitmen bulundu doğal olarak. Babası da çok iyi gitar çaldığına göre, en azından genetik olarak bir yatkınlığı vardır diye düşünmüştüm. Bir ay sonra gitar; odasındaki köşesinde yerini bir daha ayrılmamak üzere bulmuştu bile.

İyi ve çok ilgili bir anne olma sevdasından ne zaman vazgeçtiğimi hatırlamıyorum. Ama geçen yıl bir velim “ Battle Hymn of the Tiger Mother “ (Kaplan Annenin Savaş Marşı) adlı bir kitap hediye etmişti bana . En çok satanlar arasına hemen giren kitap; Amerika’da yaşayan, yaşamlarında daha başarılı olmaları için iki kızını neredeyse her türlü okul dışı etkinliğe zorlayan Çinli bir anne, Amy Chua, tarafından yazılmış. (Kitabın eleştirilecek yönlerini bir tarafa bırakıyorum şimdilik) Kitabı okur okumaz telefona sarılıp, çocukluğunun ne kadar renkli geçtiği konusunda oğlumdan bir teyit alma ihtiyacı hissettim. Ne de olsa birçok şeyi denemişti!! Aldığım cevap pek de beklediğim gibi olmadı. Bacaklarını çapraz yaparak suyun üstüne zorlukla yükselirken yine de topu yakalayamamanın stresini, 10 metre yükseklikten suya bakıp, tekrar çıktığı merdivenlerden aşağı inerken yüreğinin nasıl çarptığını, biraz iri kaldığı için optimistte felç geçirme riski ile bana “gitmiyorum artık” deme tehlikesi arasında nasıl kaldığını, aynı notayı bir hafta boyunca çaldıran öğretmenine nasıl saldırmak istediğini benimle sanırım biraz geç paylaşmış oldu. Bazen basit gerçekleri unutuyoruz. Biz onları ne kadar düşünüyorsak, onlar da bizi mutlu etmek için o kadar çok çaba sarf ediyorlar!
“Hiçbir şey” yapmamak, nasıl bir keyiftir. Yetişkinlerin boşa zaman geçirmek olarak nitelendirdikleri bu zaman diliminde oysa ki çocuklar kendi kaynaklarına dönecek olanağı bulurlar. Kendi kaynaklarına dönmeleri ise yaratıcılıklarını ortaya çıkarmalarına neden olur. Bizlerse onların bu “ hiçbir şey” yapmadıkları zamanı mümkün olduğunca kısıtlayıp, yerine “ öğretilen” etkinlikleri bolca koymayı seçiyoruz. O zaman da kendisini saran sınırsız olanaklara karşın, çocuğa çevresini derinlemesine keşfetmesi için zaman tanımıyoruz. Tıpkı oğlum mutfaktaki tüm tencere tavaları oturma odasının ortasına getirip, kaşıkla onlara bütün gücüyle vurduğunda aldığı hazzı hiçe sayıp, gürültüden rahatsız olduğum için hepsini mutfağa geri götürmesini söyleyen ben gibi.

Bu kadar beklenti ve stres altındayken çocuklar sanırım bu arada önemli çocukluk deneyimlerini de kaçırıyorlar. Örneğin, etkinliklerle donatarak yaşantısını düzenlediğimiz bir çocuğu, gerçekten kendini ifade edebileceği doğal oynama ortamlarından uzaklaştırıyoruz. Benim sınıf arkadaşlarım olduğu kadar, mahalle arkadaşlarım vardı. Takım kurmayı, o takımın bir parçası olmayı, küsmeyi, barışmayı, ama “öbür mahallenin” çocuklarına karşı da tek beden olmayı ben onlarla öğrendim.
Yine babamın kucağında, bir elimin parmakları onun yeşil taşlı yüzüğü ile oynarken birlikte yaptığımız sohbetler, yaşamımın temel taşlarını oluşturan prensipleri öğrendiğim zaman dilimlerinde yerini almıştı. Oysa çocuklarımızın etkinliklerde geçirdikleri sürelerin bizlerle geçirdikleri süreyi ne kadar kısalttığının bilmem anne babalarımız farkında mıdır? Çekirdek aile içinde geçen zaman bu kadar az iken, geniş aileye ulaşmak ise çoğu durumda olanaksız görünüyor. Oysa çocuklarımızın büyükanne ve büyükbabalarından, teyzelerinden, halalarından, amcalarından dayılarından ve hatta kuzenlerinden öğrenecekleri ne kadar çok şey var.

Diğer taraftan, yapılan araştırmalar, çocukların bu etkinliklerden ciddi şekilde yararlandıklarını da gösteriyor. Örneğin; sporla uğraşan bir çocuğun, hem akademik gelişiminin hem de kendine güveninin üst seviyelerde olduğu söyleniyor. Özellikle ergenlik döneminde enerjilerini doğru yöne kanalize etmenin, çocukları kötü alışkanlıklardan uzaklaştırdığı hepimiz tarafından bilinen bir gerçek. Ama aynı araştırmalar gösteriyor ki, son 10 yılda klinik depresyon teşhisi ile müdahale gören çocuk sayısında % 35 artış var. O halde, anahtar sözcüğümüz DENGE. Yaşamın her yerinde ve her süreçte gerekli olan denge ve Aristo’nun deyişiyle “ her şeyin kararınca” olması.

Değerli annelerimizin birer Amy Chua olmaktan vazgeçmeleri gerekiyor galiba. Eminim her çocuğun kendini ifade edebileceği bir alan ve zevk alarak yapabileceği okul dışı etkinlik ya da etkinlikler vardır. Ama bu etkinlikler, biz ebeveynlerin rüyalarımızı yeniden yaşamak için çocuklarımızı kullanarak, onlar için seçtiklerimiz olmamalıdır.

Unutmadan söylemeliyim. Oturma odasına tencere tava getiren oğluma sonunda tahta kaşık vermeyi akıl edebilmiştim.Kendisi geçen yaz yedi metre yükseklikten denize atladığında yüreğim ağzıma geldi ama sesimi çıkaramadım. Yıllar sonra köşesinden kendi istediği ile çıkardığı gitarını, kendi kurduğu grubunda zevkle çalıyor şimdi.( Gerçi o gitarın üzerine üç tane daha eskidi). Mesleği mi? Uluslar arası İşletme okuduğu halde şu anda istediği mesleği yapıyor: AŞÇI .

Dengeli ve mutlu yaşamlar yaratmak dileği ile…


Foto Galeri